Ülke insanımız huzursuz. Birileri çıkıp: “Rejim tehlikede”, diğeri “demokrasi, özgürlükler, yargı bağımsızlığı, kanun önünde herkesin eşitliği, açık ve şeffaf yönetim anlayışı yok ediliyor.” Diğeri, “Yeni 15 Temmuz darbesi geliyor” diye propaganda yapıyor. Bir başkası “Ekonomik kriz geldi / geliyor”, Ötekisi “Güneyimizde yeni devlet kurma çalışmaları sona geldi,” diyor. Ülkenin parçalanması konusundaki koro çok uzun zamandan beri çalıp söylüyor.

Oysa bilmiyorlar ki Türk Milleti tarihsel kavşak noktalarında -son olarak birinci dünya savaşında- birbirine tutunarak ve güvenerek ayakta kaldı.

Yüzyıl sonra bölgemizde ve dünyada oyun yeniden kuruluyor. Türkiye yeniden kurgulanan bu eskimiş yeni düzende küçülmeyi ve parçalanmayı değil, kendi hakları başta olmak üzere –yüzyıl önce olduğu gibi– mazlumların haklarını savunacak aklı ve birlikteliği üretmelidir.

Şimdiye kadar ülkenin görünmeyen egemenleri, ürettikleri kaosun çaresini kendileriymiş gibi gösterip Türk Milleti’ne bir esaret döngüsünü “özgürlük” diye sundular.

Ayrıştıran, ötekileştiren indirgemeci bir dilin ülkede hakim olmasını sağlayanlar; Türk Milleti’nin özünde var olan bütünleştirici, paylaştırıcı özelliklerini yok etmeye çalıştılar. Kendi çıkarlarını toplumsal çıkarlarla bütünleştirmiş, paylaşımcı bir topluma, kutuplaşma, kaos, gerginliğe dayalı bir çatışma dayatamazsınız.

Siz, ‘”Türkiye’ de ve Ortadoğu’da çatışma var.”’ diyorsunuz. Bunun nedenini de etnik ve mezhepsel olarak algılıyor olabilirsiniz. Eğer bu farklılıklar –bizim böyle bir geleneğimiz yoktur, Türk Medeniyeti farklılığı kendine bir zenginlik olarak görür– bir çatışma nedeniyse, ABD başta olmak üzere bütün dünya yangın yerine döner.

Gelişmiş ve gelişmekte olan bazı ülkeler, son elli yıldan beri kendilerinin savaşı yerine daha ucuz maliyetli olan vekâlet (terör örgütleri) savaşları üzerinden kendi çıkarlarını koruyor / korumaya çalışıyor. Bu sürecin en önemli parçalarından biri de hedef ülke toplumlarının değer yargılarını yıpratacak, değiştirecek kavramlarla ve algılarla oynamak olmuştur. Ülke içinde kamplaştırmak istedikleri guruplara yönelik tezler ortaya koymak / koydurmak, bu tezlere karşı çıkanları ise bir linç politikası ile toplumun dışına atarak yalnızlaştırmak; şimdiye kadar bütün bildiklerini sorgulayan topluma asimetrik psikolojik bir operasyonla, yeni doğrular kabul ettirmektir.

Pavlov tekniğiyle –yaşadığı travmatik süreçle kimliksizleştirilen toplum– istenilen biçimde algılayan ve davranan bir yapı halini alıyor. Size bir örnek vereyim; bizde önce terör, daha sonra bölgesel, şimdi de Kürt sorunu var diyorlar. Bunun aksini söyleyenlere, marjinal, ırkçı, faşist vb. ne kadar hakaretvâri söz varsa sıralanıyor. Oysa kardeşçe birlikte yaşamak –Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir– varken; indirgemeci bir anlayışla etnik ve dinsel kimlikler üzerinden ‘”var oluş”’ tanımlamak veya bunu bütünleyici bir referans olarak görmek, insanın aklı ile alay etmektir.

Türk düşmanı ve sözde müttefiklerimiz, postmodern bir biçimde devlete içeriden ve dışarıdan bütün güçleri ile saldırmaktadır. Türk Milleti’nin milli ve manevi değerleri; altüst edilmiş, kutsallarının üzeri örtülmeye çalışılmıştır. Bu durum “Aydın”larda “bekle gör polikası”na, halkın çoğunluğunda ise suskunluğa yol açmıştır. Haklı diyen de fısıldıyor, haksız diyen de fısıldıyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mensupları büyük bir yıpratma politikasına tabi tutulmuş, medyada iş görenler açıktan söylediklerini şimdi gizli mesajlarla verir olmuştur. İletişim alanının sermaye sahipleri değişse de aktörlerin büyük bir kısmı, gömlek değiştirerek, yapılan yanlışları tarihsel zeminden kopararak kendilerine meşruiyet kazandırarak kamplaşmaya su taşımaya devam etmişlerdir / etmektedirler.

Türk tarihinin bize verdiği tecrübeler ışığında, coğrafyamızın bize emrettiği devlet yapısı: “Merkezi – Milli – Üniter Devlet” yapısıdır.

Biz tarihin hiçbir döneminde el ovuşturup merhamet dilemiş bir millet değiliz. Son olarak Birinci Dünya Savaşı’nda, hakkımızda verilen hükme razı olmak yerine, kendi yolumuzu çizmeye, bedeli neyse ödemeye talip olmuşuz. İmkanlarımız var mıydı tartışılır; ancak bunu gerçekleştirecek irademiz vardı. Bu günde eksiklerimiz olabilir ama Türk Milleti’ne rağmen, bu milletin kaderini kimse belirleyemez.

Bütün dünyaya yeniden haykıracağız: “Ya İstiklal Ya Ölüm” – “Ne Mutlu Türküm Diyene”.

Teslim olmayacak, diz çökmeyecektik. Bu sefer parçalanmış bir ülkenin enkazında daha küçük devletler, şehir devletçikleri olarak çıkmayacaktık. Bu, doğru bir okumaydı, rasyoneldi, küresel ölçekte eğilimlere, güç hareketliliklerine uygundu. Tarih bize yeni bir fırsat aralığı sunmuştu.

Bu fırsatı görmüş, değerlendirmeye almış, kararımızı vermiştik. Coğrafyamız yeniden biçimlenirken, haritalar yeniden çizilirken hem coğrafyaya hem küresel ölçekte değişimlere uygun bir şekilde bu tarihi fırsatı kullanıyorduk. Sistemi dönüştürüyor, devleti yeniden kuruyor, 20. Yüzyıl artıklarından kurtuluyorduk. Bu arada da kendi coğrafyamıza, havzamıza yoğunlaşıyorduk.

Bunu yapmazsak yok olacaktık, Türkiye birkaç parçaya bölünecek, paylaşılacaktı. Bu halde ayakta durmamız imkansızdı. Durmak, var olanı korumak imkansızdı. Korkunç bir küresel fırtına bölgemizi kasıp kavuruyordu.

Saldırıların sebebi bu!

Teyakkuzun nedeni bu!

İşte bütün mesele bu!

Savaşın sebebi bu!

Türkiye’yi vuran şiddetin sebebi bu!

Bütün terör örgütlerinin üzerimize salınmasının nedeni bu!

Geleneksel müttefiklerin bizi tehdit ilan etmesinin, vurmasının altında yatan şey bu!

Peki bunun alternatifi ne? Alternatifi küçülmek, parçalanmak, rehin alınmak, rezil olmaktır.

Alternatifi 21. Yüzyılda bir Türkiye olmamasıdır! Buna razı mıyız? Buna bu ülkede kim razı gelebilir, kim teslim olabilir? Özellikle bazı güçlere, ülkelere, örgütlere çalışanlar dışında, 20. Yüzyılın başında olduğu gibi ihanet edenler dışında kim razı olabilir?

Bunu anlamıyor muyuz? Bilmeyen kaldı mı? Dünyanın bütün ülkelerinin büyük bir hesaplaşma içine girdiğini, birçok ülkenin bu yüzyılda belki de yok olacağını, belki doğu- batı ekseninde korkunç bir dünya savaşına sürüklendiğimizi, Türkiye’nin de hem bölgemizde hem de dünyadaki bu fırtınaya hazırlık için teyakkuza geçtiğini bilmeyen kaldı mı?

Büyümezsek yok oluruz, biliyoruz…

Meselenin sadece Türkiye olmadığını, Doğu’nun ve Batı’nın bütün ülkelerinin bu hesaplaşmayı bir şekilde hasarsız atlatma derdinde olduğunu, coğrafyamızın acımasızca paylaşıldığını, krizlerin bizim topraklarımıza ihraç edildiğini, böyle bir coğrafyada Türkiye gibi dirayetli bir ülkenin ayakta kalmasının hesapları bozduğunu, bu yüzden yok edilmek istendiğimizi kavramayan kaldı mı?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemlerini hatırlayın. İstikrarsızlıkları, bölünmüşlükleri, çaresizlikleri, mücadeleleri hatırlayın. Bugün aynı şeylerin tekrar ettiğini, aynı ve benzer güçlerin aynı oyunları servis ettiğini göreceksiniz. O zaman da hem içeriden hem dışarıdan vuruluyorduk, bugün de öyle. O zaman ayakta kalmaya çalışıyorduk, bugünse büyüyerek var olmaya çalışıyoruz. Çünkü büyüme, güçlenme dışındaki bütün ihtimallerin yok olmak olduğunu biliyoruz.

İçerideki vatan hainlerine dikkat!

Türkiye bu haldeyken, böylesine tarihi bir mücadele verirken, içeriden terörle, dışarıdan çok uluslu ortaklıklarla diz çöktürülmeye çalışılırken çatlak seslerin, içerideki direnç odaklarının her çıkışı, her tepkisi ihanettir. Bunların bazıları başka ülkelerin, güçlerin içerideki uzantılarıdır. Bazıları kişisel çıkarları öne alan cahiller, ahmaklardır.

Böylesine büyük bir mücadelede, milletimiz vatan ekseninde kenetlenirken, acıda ve direnişte safları sıklaştırırken, bu kadar hassas bir dönemde Türkiye’ye düşmanlıklarını gizlemeyenlere tahammül edilmeyeceği de bir gerçektir.

Özellikle bazı çevrelerin açık düşmanlıkları, terör saldırıları kadar Türkiye’yi yaralamakta, insanlarımızın moralini bozmakta, umutsuzluk yaymaktadır. Bu çevrelerin ülkemize yönelik psikolojik operasyonun uzantıları olduğu, bunun bir proje olduğu kesinlik kazanmıştır.

Asimetrik savaş veya açık saldırı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü konuşmasında dediği gibi; ülkemiz asimetrik saldırı altındadır. Mesele sadece terör örgütleri değil, arkasındaki güçlerdir. Türkiye’ye savaş açanlar onlardır. Bu savaş Türkiye’nin yanlışlarından değil, onların iştahlarından ve istilacı heveslerinden kaynaklanmaktadır.

Beşiktaş ve Kayseri saldırıları, ardından Rusya Büyükelçisi’ne yönelik suikast bu asimetrik savaş kapsamında yapılmıştır. Muhtemelen benzer yeni saldırılar için hazırlıklar yapılmakta olduğuna dair artık hiçbir şüphe kalmamıştır.
Bir sonraki terör saldırısının ya da benzer istikrarsızlaştırma operasyonunun nerede, nasıl olacağına dair öngörüler elbette vardır ama asıl üzerinde durmamız gereken mesele, bütün yönleriyle Türkiye’ye savaş açılmış olduğu gerçeğidir. Öyleyse daha genel anlamda bu açık savaşa odaklanmamız, münferit saldırıları ve kötü niyetli reaksiyonları bu açık savaşın unsurları olarak görmemiz gerekmektedir.

“Fırat Kalkanı Harekatı” Anadolu’yu korumaktır.

İçeride terör örgütleriyle, FETÖ ve PKK ile mücadele ediyorsak, dışarıdan PYD ile, DEAŞ’la vuruluyorsak savunma ve mücadele de hem içeride hem de dışarıda yapılmalıdır. Zaten olan da budur. Türkiye’nin Fırat Kalkanı üzerinden yürüttüğü operasyonlar bir vatan savunmasıdır. Bir milli mücadeledir. Anadolu’yu korumaktır. Coğrafyanın paylaşımını önlemektir.

Ülkemizin yarınını, geleceğini, bütünlüğünü, birliğini garanti altına alma mücadelesidir. El Bab’da olmazsak, Kamışlı’dan, Ayn el Arab’dan (Kobani), Afrin’den gelen saldırılara karşı koymazsak, buralardan yükselen tehditleri ortadan kaldırmazsak yarın o saldırılar, Anadolu içlerine servis edilecektir.

Sadece güney illerimizde değil, Orta Anadolu’ya kadar savunma hatları kurmak zorunda kalacağız demektir. Dolayısıyla 16 askerimizi şehit verdiğimiz El Bab mücadelesi bir iç mücadeledir. Çok uluslu terör konsorsiyumuna karşı verilen bir iç güvenlik mücadelesidir.

İncirlik, ABD, NATO ve terör ortaklığı..

Türkiye’yi yok etmeye ayarlı en büyük proje, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen koridordur. Burada ABD yönetimi, NATO unsurları terör örgütleriyle birlikte çalışmakta, NATO üyesi Türkiye’yi birlikte kuşatmaktadır. O koridor başarılı olduğu anda onlarca yıl Türkiye’yi vuracak bir cepheye dönüştürülecek, açık saldırı, büyük savaş bu koridor üzerinden başlatılacaktır.

Bu çerçevede İncirlik Üssü, bir operasyon ve lojistik merkezi olarak kullanılmakta, Türkiye karşıtı örgütler bu askeri üsten yönetilmektedir. Bir süre sonra bu ortaklığın açık saldırılara dönüşeceğini, Türkiye’nin NATO unsurları tarafından hedef alınacağı ihtimalini görmek zorundayız.

15 Temmuz’cular, Yeni İstiklal Savaşı, o ‘Koridor’!

Bu terör ittifakı ve ABD’nin Ortadoğu politikasını rehin alan ABD kaynaklı çeteler, yeni hükümet göreve başlayana kadar var olan boşluğu kullanmakta, PKK/PYD’yi alabildiğine silahlandırmaya çalışmaktadır. Maalesef bu politika ABD yönetimine Ortadoğu’da çok ağır zararlar verecek, onu PKK-PDY terör aralığına mahkum edecektir. Suriye’nin kuzeyinde, bir devlet otoritesi tesis edilinceye kadar, hiçbir örgütün hakimiyetine izin vermemek Türkiye için ulusal bir strateji olmalıdır.

Türkiye için Yeni İstiklal Savaşı, bu koridor üzerinde veriliyor. 15 Temmuz’u başaramayanlar koridor üzerinden savaşı şiddetlendirmiş, buna paralel biçimde içeride yeni ittifaklar oluşturmaya başlamıştır. Durum biraz 15 Temmuz öncesi hale benzer duruma gelmiştir.
Terör yıpranmıştır ama hala etkin bir güçtür. Suriye’de PYD/PKK ile ortaklık kuran 15 Temmuz’cular içeride de bu örgütlere yakın çevrelerle, duygusal bağı olanlarla yeni tür ortaklıklar inşa etmektedir. Muhtemelen bir sonraki hamlede bu çevreler etkin biçimde kullanılacak, senaryo bunlar üzerinden servis edilecektir. Suriye tarafında oluşturulan ittifak, içerideki ittifakın da yansımasıdır.

Türkiye düşmanları, işgal planı uzantıları!

Hal böyle iken, bir ülke savunması söz konusuyken, yüzyıllar içinde gördüğümüz olağanüstülüklerden birini daha yaşarken bu büyük seferberlikte yer almayanların, karşı duranların, bunu iç politik çıkar kavgasına dönüştürenlerin, Erdoğan ve AK Parti Hükümeti’nden intikam alma savaşına dönüştürenlerin bencilliğini, ihanetini kayda geçirmek, tarihe not düşürmek, onlarla her türlü mücadeleye girişmek zorundayız.

Çünkü onlar, büyük seferberlikte ülkenin direncini zayıflatan, moralini bozan, mecalsiz bırakan unsurlardır. Onlar gerçek anlamda Türkiye düşmanlarıdır ve ülkemizi vuran terör örgütleriyle aynı cephede savaşmaktadır. Ülkemizi, Milletimizi nefessiz bırakanların nefessiz bırakılması, seslerinin kısılması gerekmektedir.

Onların çer-çöp fikirleriyle, fitne fesatlarıyla, kişisel hevesleriyle uğraşacak vaktimiz yoktur. Onlara tahammül etme gibi bir lüksümüz de yoktur. Onlar işgal projelerinin uzantılarıdır, başkalarının ajandasıyla iş yürütmektedir.

Vatan eksenli saflaşma: Biz bu mücadeleyi kazanacağız.

Vatan, millet, ülke devlet eksenli bir saflaşma olacak; oluyor. Bunun dışındaki hiçbir şeyin anlamı kalmadı. Türkiye olarak bu büyük hesaplaşmaya kilitlendik. Başka da seçeneğimiz yok. Öyleyse bu savunma, bu hesaplaşma dışındaki her ses bizim için tehdittir. Ülkemiz bütün gücünü, imkanlarını savunmaya, toplumsal kenetlenmeye, o büyük değişimi hızlandırmaya ayırmalıdır.

Biz bu mücadeleyi kazanacağız. İçeride de dışarıda da kazanacağız. Tehditlerin üstesinden geleceğiz. Can versek de, kan akıtsak da, ağır bedeller ödesek de geleceğiz. Ama bugün ihanet edenleri unutmayacağız. Bugün ülkemizi arkadan vuranları, içeriden vuranları unutmayacağız. Bugün terör örgütlerinin arkasına sığınıp siyaset yapanları, bürokraside kalanları, medyada yer edinenleri unutmayacağız.

“Acımasız mücadele” için seferberlik zamanı!

Bugün sokakların moralini bozup, psikolojisini çökertip ülkeyi birilerine peşkeş çekmeye çalışanları asla unutmayacağız. Onları tarihin en kirli sayfalarına not düşeceğiz. Biz bu tarihi hesaplaşmanın üstesinden geleceğiz. Etnik çatışmaların da, mezhep krizlerinin de önünü alacağız. İçeride ve bölgemizde barışı destekleyip teşvik edeceğiz ama bu iki kimlik üzerinden siyaset yapanları en ağır şekilde mahkum etmeye devam edeceğiz.

Zihni bulanık olan varsa dikkat etsin! Bugünkü hesaplaşmanın Türkiye’nin iç politikasıyla, partileriyle, siyasi anlayışlarıyla alakası yok. Bu toptan Türkiye kavgası. İç işgalci örgütler ve efendileriyle vatan ekseninde saf tutanların kavgası.

Öyleyse herkes safını net belirlesin. Vatan ekseninde, Türkiye ekseninde duranlar, ayaklarını sabit tutanlar, dizleri titremeyenler, “acımasız direniş” için seferber olanlar, son büyük mücadele için hazırlansın.

Sırtımızdan vurulsak da, ihanete uğrasak da, karşımızda çok uluslu bir cephe olsa da, zaferden eminiz. Zafer dışında hiçbir seçeneğimizin olmadığını biliyoruz çünkü…

YORUM YAZ