Ülkemizde yapılan bir ankette; Evinizde Kur’an-ı Kerim var mı? ve düzenli aralıklarla okuyor musunuz? sorusuna % 25 kişi evet cevabı verirken, evimizde Kur’an-ı Kerim var ama pek okuduğumuz söylenemez, diyenler %32 olmuştur.
Ankette, okunan Kur’an’ın ne kadar anlaşıldığı veya anlamak için ne gibi bir gayret gösterildiği sorulmadığından Kur’an’ı anlama oranı hakkında bilgiye sahip değiliz. Görünen o ki, Rabbimizin emir ve yasakları konusunda Kur’an anlayışımız kulaktan dolma anlatılanlara kalmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet içi eğitim merkezine katılanlara, eğitim merkezi müdürü Kur’an-ı Kerimi baştan sona mealini okuyanları sorduğu zaman alınan cevap yüzde on civarında kalmıştır. Bu da gösteriyor ki okuyanımızla okumayanımızla Kur’an’a bakışımız ve O’nu anlama hususunda önümüzde büyük bir problem vardır.
Kur’an tasavvurumuz değişti
“Yeni dönemde Kur’an tasavvurumuz değişti. Düşündük, hatta şöyle düşünmeye başladık: Kur’an-ı Kerim dünyada ne kadar çok konu varsa her konuda bir çözüm söylüyor. Onun her bir harfinde binlerce anlam gizlidir, Allah gizemli ve esrarengiz bir kitap göndermiştir. Bunu ancak ehli olan Otoriterler açabilir. Böyle olduğu için de bunları bilen birinin önüne diz çökmemiz ve Kur’ân-ı Kerim’deki sırları onun sayesinde öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de elektrikten kozmolojiye kadar, uluslararası ilişkiden siyasete kadar birçok konu yer almıştır.” Bu düşünce sonunda, yeri geldi Kur’an “anayasa kitabı” oldu, yeri geldi “fen kitabı” oldu, yeri geldi “hukuk kitabı” oldu. Böyle bir ruh hâli, böyle bir arayış olduğu zaman da kendi duygularını, kendi sübjektif kanaatlerini Kur’ân-ı Kerim’e onaylatanlar çoğaldı. Artık Allah’ın kelâmı âdeta buharlaştı. Mikrofonu eline alan, ekrana çıkan “Kur’an’da buyruluyor ki”, “Kur’an diyor ki” diyerek kendi görüşlerine Kur’an üzerinden yer açmaya, bu arada kendine de yer edinmeye başladı. Bunun örnekleri çok fazla ve hepimiz sıkça karşılaşıyoruz. Sadece yerel örnekler ve bir ülke özelinde değil İslâm dünyasının genel resminden söz ettiğimizde de durum farklı değil.
Bugün altmışa yakın İslâm ülkesi var. Bu ülkelerde belki binlerce diyebileceğimiz televizyon kanalları yayında, yazılı basın ve yayınlar takip edilemeyecek kadar yaygın ve çeşitli. Ama İslâm ülkelerinde dinle, Kur’an’la ilgili olarak “Allah veya Kur’an buyuruyor ki” diye yapılan konuşmaların, hatta “İslâm’da”, “İslâm’a göre” diye başlayan cümlelerin önemli bir kısmında hep indî, sübjektif görüş, kaygı, kanaat ve duygular öne çıkıyor; kendi dünyamızın kavgaları yer alıyor. Kur’an’ı önümüze siper ederek kavgamızı yapıyor, kendi görüş ve konumumuzu meşrulaştırıyoruz. Ne gariptir ki, Kur’an aramızda hakem olmak üzere gönderilmişken, biz görüş ve davranışlarımızı Kur’an ikliminde gözden geçirip düzeltecekken birden roller değişiyor ve kendimizi merkeze alarak Kur’an’a görüş ve davranışlarımızı destekler anlamlar yüklemeye başlıyoruz.” (Ali Bardakoğlu, İslam ışığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, s.72)
Kur’an bizim rehberimizdir. Karanlıklardan çıkmak, aydınlık yarınlara ulaşmak ve ebedi saadeti elde etmek için tek kılavuzumuzdur. Kur’an’a bakışımızı yeniden değerlendirmeliyiz. Kur’an’ı sevap makinesi olarak görmek yerine amel etmek için okumalıyız. Kur’an’dan istifade edebilmek için bizden istediği amelleri yapmak, sakınmamızı istediği hususlardan da tereddütsüz olarak kaçınmalıyız. Bunun için Kur’an’ı anlamaya ve tefekkür etmeye çalışmalıyız. Unutmayalım ki, anlamadan yapılan okumalar yalnızca okumuş olmak için yapılan okumadan öteye gitmeyecektir.
Son Yorumlar