İnsanlığın uygarlık adına ortaya koyduğu bütün değerler, sömürü amacına uygun olarak, yeniden düzenlenerek felsefi ekollermiş gibi ortaya konulmaktadır.

Bunun sonucu, evrensel değer olan insan hakları bile, söyleyene göre farklı anlamlar taşır hale getirilmiştir. Gelişmiş olan ülkeler, hem kavramları belirleyen hem de evrensellik adına paradigmalar ortaya koyan durumdadırlar. Kendilerinin ortaya koyduğu ve adına uygarlık dedikleri, uygarsızlaşma sürecine karşı çıkanları ise var olan her şeye karşı varlıklarmış gibi sunmakta ve sundurmaktadırlar.

Eğer siz bu anlayışın yanında değilseniz, o zaman onların insanlık diye ortaya koyduğu değerlerden de yaralanamazsın. Artık dünyada sermaye sadece parayı değil, hayatı kontrol etmek üzere kendini programlanmış durumdadır.

Bundan dolayıdır ki kendisine ve kendisinin statüsünde gördüklerine uyguladıkları İnsan Hakları standartları ile, bunun dışında kalanlara uygulayacağı standartlarında farklılaşması doğal bir sonuçmuş gibi ortaya çıkmaktadır.

Bana sorarsanız haklı tarafları da var. Çünkü içinde bulunduğumuz zaman, uluslararsı sermayenin bir parçası durumuna gelmiş olan ülkelerin, etnik meseleleri bunları ortaya koyuş biçimleri – çözüm önerileri ile bizim gibi ülkelerdeki etnisiteyi aynı kriterlerle tanımlayıp çözüm önerileri dayatmaları her halde düşünülemez.

Çünkü birisi sömürdüğü ülkelerden elde ettiği artı değeri kendi insanına ekonomik refah biçiminde sunarken, benim ülkemde yoksulluk kader diye sunulmuş. Doğaldır ki zenginlerin ülkesinde mikro milliyetçilik – etnik çatışma olmayacak ve o bildiği gibi çözecek. Bana gelince ise problemimi tanımlayacak ve çözüm ortaya koyacak. Neden mi? Nedeni açık, çünkü o İnsan hak ve özgürlüklerini de, kendi Emperyal amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak görüyor. Neden mi? Kendini ağa, “bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde oluşturdukları her nereden ve ne biçimde gelirse gelsin kendi elde ettiklerini kaybetme korkusundan başka hiçbir korku kalbinde hissetmeyen” işbirlikçiler sayesinde, bizi de köle gibi görüyor.

Paranın para kazandığı, üretenin değil rantçının üstün olduğu, alın terinin – emeğin para etmediği bir düzen kuracaksınız ve buradan İnsan haklarına saygılı bir devlet düzeni – toplumsal yapı hedefleyeceksiniz. Ne ekerseniz onu biçersiniz. Bu gün batılı gelişmiş ülkeler – gelişmekte olan ülkelere ne ekmişlerdir; “gelir eşitsizliği – zenginin daha zengin çalışanların her geçen gün fakirleşmesini – büyük halk kitlelerinin yoksullaşmasını – işbirlikçi küçük bir gurubun zenginleşmesini” ekeceksiniz sonra buradan gül bekleyeceksiniz. Olmaz böyle şey; oradan terör biter – oradan anarşi biter, görülmüştür ki bu zulmü insanlığa yapanlara da biter.

Şimdi kendimize soralım, gelişmiş olan ülkeler “İnsan hak ve özgürlükleri, bir yaşam biçimi haline getirmek için ne yapalım ” diye mi düşünüyorlar, yoksa bunu bizim emperyal amaçlarımıza nasıl hizmet ettiririz diye mi kafa yoruyorlar.

İnsanların evlerini başlarına yıkarken, uyguladığınız ambargolarla çocuklar ölürken, Hiroşima’nın 7 katı bombayı insanların tepesine atarken, yokluğa mahkum ettiğiniz insanlar kötü beslenmeden dolayı ölürken, hapishanelerde eşi benzeri görülmemiş işkenceler ortadayken, siz kendinizin insan hakları ihlali yapmadığınızı düşünüyor, başkalarına insanlık öğretiyorsanız, kim size ne yapabilir.

Bunları sadece bizim söylediğimiz düşünülmesin. Eski ABD Adalet bakanı Ransey Clark başkanlığında kurulan ve birinci körfez savaşını araştıran “Uluslar Arası Savaş Suçluları Mahkemesi” dünya kamuoyuna bir açıklama yapmıştır; “Körfez savaşı sırasında ABD ve Müttefikleri, Irak’a Hiroşima ya atılan bombanın yedi katı bomba attılar. Bunlardan sadece % 7 nin belli bir hedefi vardı. Atılan bombalardan % 60 ‘ı doğrudan sivil halkı hedef aldı. Bu savaşta nükleer savaş başlığı dışında her türlü silah kullanıldı” demiştir.

İkinci Irak müdahalesi ile ilgili olarak UAÖ nün ırakla ilgili açıklamasında ise insanı ürperten gerçekler vardı ” Irak’ta misket bombaları kullananları kınıyoruz. ABD Savunma Bakanı Geoff Hoon’un misket bombalarını Irak’ta kullandıklarını açıklamıştır. Bu gün Irak da barış için özgürlük için demokrasi için bulunduğunu söyleyenler, hedef gözetmeyen silahları sivillere yönelik tehdit oluşturdukları için kullanmayacaklarını düşünmüştük fakat yanılmışız. Bu tür silahların mahsum halkı ne hale getirdiğini düşünmek bile insanı ürpertmektedir. Uluslar arsı camia tarafından yasaklanmış olan bu silahlar neden ve ne amaçla kullanıldığı dünya kamuoyuna açıklanmalıdır. ABD saldırılarında çok sayıda nüfusun yaşadığı bölgelere misket bombaları atmasından sivil ölüm ve yaralanmalarının sayısının yüksekliğinden derin kaygı duymaktayız.

ABD el-Hille kasabasına yaptığı saldırıda en az 33 sivilin öldüğü ve yaklaşık 300 kişinin de yaralandığı bildirilmektedir. Alınan bilgilere göre özellikle saldırılarda misket bombalarının kullanıldığına ve sivil ölümlerinin çoğunun bunlardan kaynaklandığı şeklindedir.

Uluslararası insancıl hukukun böylesine ihlal edilmesine karşı hedefsiz ölüm gerçekleştiren ABD suskun kalmaktadır.

Siz bir yerin yönetimini ortadan kaldıracaksınız ve yerine yeni bir şey koymayacaksınız, sonra orada çıkan kaostan da sorumlu olmayacaksınız. Siz öldürülen insanların hesabını vermeyeceksiniz, ölen Türkmenler sizin insan kategorinize girmeyenlerden mi?

Bu özgürsüzleşme sürecini başlatanların çifte standardından bıktık artık. Küreselleşme diye rejimler yıkıp kaostan medet umanlar, ülkelerin sosyal gurupları arasında İnsani değerleri değil ayrımcılığı tetikleyenler, etnik farklılıkları istismar ederek kendi amaçlarına hizmetkar edenler buna bir son vermelidir.

İkinci Dünya Savaşının bitmesiyle birlikte sömürgelerin ba­ğımsızlığına kavuşması ve uluslararası sistemde var olan devletlerin sayısını artması bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme konusunda batı hemen harekete geçmiş ve bu yeni duruma uygun yeni kurumlar oluşturmuştur. Böylece ekonomik, siyasal ve askeri alanda bölgesel ve uluslararası düzeyde yeni kurumlar, diplomatik normlar, kurallar geliştirilmeye başlanmıştır.

Kısacası sermaye bir kez daha uluslararası hayatı düzenlemek konusunda öncülük etmiş ve kendi çıkarlarına göre bir sistem tanzim etmiştir. Bu sistemin temelinde gelişmekte olan ülke insanının büyük kesiminin hızla yoksullaştırılması ve kendilerine hizmet edecek dar bir kesimin hızla zenginleşmesi anlayışına dayanmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle başlayan uluslararası sistemin yeniden yapılandırılma sürecinde evrensel bir insan hakları anlayışının sağlanabilmesinin koşulları da gündeme ge­tirilmiş ve 10 Aralık 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyanna­mesi’nin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda kabulüyle kayıt altına alınmıştır. Bunu günümüze kadar yapılan bir dizi tamamlayıcı sözleşmeler izlemiştir.
Bu kurulmak istenen sisteme, gelişmekte olan yoksul ülkelerden karşı ses yükselmiştir. “1955 Bandung Konferansı” ve bağlantısızlar hareketi. 1970’lerde uluslararası alanda kendini hissettirmeye başlayan ‘Yeni Uluslararası Ekono­mik Düzen’ içinde, gelişmekte olan ülkeler ve gelişmiş ülkeler kendi ekonomik gündemlerini oluşturma çabası içine girmiştir.

Fakat gelişmiş batılı ülkelerin, gelişmekte olan ülkeler üzerinde üstünlük kurabilmeleri için haklı gerekçelere ihtiyaçları vardı; işte bu ihtiyaçlara cevap verecek bir sözleşmeleri vardı, “çıkarlarına hizmet ettiği sürece üzerinde titreyecekleri, kendi faaliyetlerine engel teşkil etmesi söz konusu olduğunda ciddiye almayacakları bir yapı” Batılı gelişmiş ülkelerin İnsan hak­larına verdikleri önemi, bir cümle ile özetlemek gerekirse; menfaatlerine aykı­rı olmadığı ve kendi amaçlarını gerçekleştirmekte bir araç olduğu sürece vazgeçilmez dünya değeri, kendileri için sınırlayıcı yaptırımlar, söz konusu olduğunda ise önemsen­medikleri müspette olarak görmüşlerdir.
Uluslararası sistemde gelişmiş zengin ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasında, insan hakları kavramı konusunda değişik görüşlerin gündeme getirilmiş olması, uygulamalarda yeni sorunlarla kar­şılaşılmasından değil, İnsan haklarına verilen değerden kaynaklanmaktadır.

Gelişmiş batılı ülkeler, uluslararası sistemde, kendileri için gerekli gördükleri, istikrarın sağlanabilmesi için kendilerinin koydukları standartları uluslararası ala­na teşmil etmişlerdir. Bununla birlikte, geliş­mekte olan ülkelerin, kendilerinin seviyesine ulaşabilmeleri için gelişmiş ülkelerde var olan ekonomik, siyasal, sosyal hakların uygu­lamaya konulabilmesinin koşullarının oluşturulmasının gerekli olduğunu söylemişlerdir.

Bu tartışmalar konunun ev­renselliğinin ne olduğunun sorgulanmasını da beraberinde ge­tirmiştir. İnsan hakları konusunda ülkeler açısından nelerin ön­celikli olduğu tartışmasında da henüz bir sonuca varılmış değil­dir. Bu tartışmalar ekonomik ve sosyal konulara öncelik veren yaklaşımlarla, grupların kültürel ve siyasal haklarına öncelik ve­ren, kültürel farklılıkların önemini vurgulayan uygulamacılar, akademisyenler, araştırmacılar arasında sürmektedir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla uluslararası sistemde var olan yapılanma­nın yeniden düzenlenmesi sürecinde globalleşme tartışmaları ile birlikte insan hakları konusunda uluslararası düzeyde yeni bir standartlaşmanın gerekliliği de çok kez ifade edilmiştir. Bu sü­reçte insan hakları konusu değişik tanımlamalarıyla ve uygula­malarıyla uluslararası ilişkilerde bir etkileme yöntemi olarak dış politika gündemlerinin üst sıralarına yükselmiştir. İnsani kaygıla­ra vurgu yapılarak bu kaygıların belirli tanımlamalar çerçevesin­de uluslararası hukukta belirli bir yere oturtulmasına çalışılmış­tır. Batı merkezli liberalizmin globalleştirilmesi sürecinde ulusal hukuk kuralları ve uygulamaları ile uluslararası düzeydeki hukuk kuralları ve uygulamaları arasında bir taraftan uyum çalışmaları sürdürürlerken, diğer taraftan ulusal/uluslararası düzeyde bu da­yatmalara karşı direnişler de gözlenmektedir.

GLOBALLEŞME

Batının, kendinden saymadığı İnsanları, çok – daha çok Sömürmek amacıyla 1490 yıllardan başlayarak (sömürgeler dönemi) 1900 ler de (Emperyalist dönem) 1991 Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonra ortaya koyduğu, dahaçok sömürme sürecin adıdır, “Globalleşme”.

Mazlum milletlerin boynunda paslanmış sömürü prangasını, parlatmak, göz alıcı hale getirmek için batı bir sunum yapmıştır. Globalleşme; çağdaşlık demektir, özgürlük demektir, demokrasi demektir, insan hakları demektir, önünde durulamaz süreç demektir.

Her şeye rağmen, (ister tarih bilinciyle, ister ulusal reflekslerle) hayır mı diyorsunuz, (Azerbaycan Türkçe’siyle; safgulü geliyor) “ya değişime evet dersiniz, ya yok olursunuz”. Ülkemizdeki işbirlikçi anlayış devam eder, bu globalleşme “kazan- kazan” bunlara hayır demek millettin geleceğini yok etmektir diye devam ederler.

Uluslararası sermaye onların sözünü yerde koymaz; her yıl yayınlanmakta B.M. İnsan Kalkınması Raporunda (1999) ifade edildiği gibi, şimdi size zarar verebilir, vermeye de devam edebilir ama biz bunları hesap ettik sizi öldürmeyeceğiz, kölelerimiz olarak yaşamaya devam edeceksiniz, çünkü bize Pazar lazım demektedir.

Batı için bundan böyle savaş tehlikesi yoktur, çünkü her şey onlar olsun dediği için olmaktadır. İster kafanıza demokrasi atarım, istersem özgürlük, birazda insan hakları vereyim mi? Diyerek insanlıkla alay ettiği düzenin adıdır Globalleşme.

Kendi sömürme sınırları batıya yetmemiş ve tüm Dünyayı Pazar olarak kullanmak istemiştir. Nerden çıkıyor bu? Dünyadaki para hareketlerine baktığımız da, (aynı dönemde) sanayiye, bilime, ticarete yapılan yatırımlar yedi kat artarken, spekülatif sermaye – borç piyasalarında ki artış yetmiş katına varmıştır. Kısacası dünyadaki üç kişi 600 milyon insanın servetinden daha çok servet sahibi olmuştur.

Sömürüldükçe yatırmaların uluslar arası sermayenin eline geçip kapatılacak, kapatıldıkça sen işsiz ekmeksiz kalacaksın, aç kaldıkça başkalarının bir lokma ekmeğine göz dikeceksin ve toplumsal güvenlik ortadan kalkacak ve sen Globalleşeceksin.
Bunun bir orta yolu bulunabilir mi?

Hayır.

Çünkü, uluslar arası sermaye dünyadaki üretilen mal ve hizmetleri kontrol etmek – yöneticilerini tayin etmek,

Vardığı iletişim hızı sayesinde üretimi – tüketimi – yönetimi kontrol etmek,

Oluşturmuş olduğu tek kutuplu dünyada yeni ortaklara yaşama hakkı tanımamak istemektedir.

GLOBALLEŞME NASIL KABUL VE DEVAM ETTİRİLİR?

Yazılı ve Görsel medya, öyle etkili kullanılmaktadır ki önüne kim çıkarda, hangi görüş alternatif olarak ortaya konulursa, ya ırkçılıkla (Faşistlikle) – ya paronayaklıkla – ya da geri kalmış kafalar diyerek aşağılanmaya hatta biraz da suçlanmaya çalışılmaktadır. Hem de niçin biliyormusunuz? Vatanı milleti geri bırakmaya mahkum etmekle.

Ondan sonra mümkün mü Ekonomi konuşup Global söylemlerin dışında kalmak. Bunlar hala 1920 lerin 1930 ların Kemalist anlayışında kalmışlar diye ödüllendirilirsiniz sonra.

Ya da siyasal bir söylem geliştireceksiniz ve diyeceksiniz; bu işin sonu yok “onlar ortak biz Pazar” bunu değiştireceğiz. Kendinize sormayın ben bu sözü nerden duydum diye, yıllar önce duymuştunuz. Ama ne değişti ki, biz sloganlarımızı değiştirelim. Yine onlar ortak biz Pazar değil miyiz?

Sosyal alanda ülkenizin ihtiyaçlarını dillendirdiniz; ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği gibi Kamu İktisadi Teşebbüslerini bölgesel ve toplumsal ihtiyaçlara göre organize edeceğim, böylece hem göçleri, hem de sosyal farklılaşmanın önüne geçeceğim. Aş olacağım, iş olacağım, ekmek olacağım. “Ben sosyal devlet olacağım”.

Sen ondan sonra bak gör neler oluyor; F, I, K, İ olmadı mı, sen bittin.

Demek sen Türkiye’nin uygarlığı (Uygarlık Batı değildir) yakalamasını istemiyor, gelişmiş bir ülke değil geri kalmış bir ülke istiyorsun. Sen bunları söyleyerek piyasaları nasıl olumsuz etkileyeceğini biliyor musun, globalleşme bütün insanlık için bir çıkış sen bunu inkâr mı ediyorsun.

Sen “insan hakları – demokrasi – özgürlük” istemiyor musun?

İnsanların Bosna da, Afganistan da, bu gün Irak da, İnsan hakları – demokrasi – özgürlük bombalarını yemesini istemiyorum. Mustafa kemal Atatürk’ün dediği gibi “ Savaş bir ulusun kendini savunması için değilse cinayettir”. Bu cinayeti işleyenleri, yani insan hakları bombacılarını ve onların yerli işbirlikçisi olan azınlıkçıları insanlık bir gün mutlaka yargılayacaktır.

Kaynak: http://haberiniz.com.tr/kose-yazisi/77761/insan-haklari-emperyalizmi-1–abdullah-buksur.html

YORUM YAZ