Vahyin inmeye devam ettiği, Peygamber Efendimizin hayatta olduğu dönemde Müslümanlar karşılaştıkları problemler için doğrudan Hz. Muhammed’e (SAV) müracaat ediyorlardı. Daha sonra sahabe karşılaşılan problemlerin çözümü konusunda Rasulullah (SAV)den gördükleri ile kendilerine intikal eden sorunları çözmeye çalışıyorlardı.
Müslümanların geniş bir coğrafi alana yayılmaları neticesinde farklı kültür ve inanç sistemlerine mensup çok sayıda kişi Müslüman olmuştu. Dinini dindar bir şekilde yaşamak ve ebedi saadeti elde etmek isteyenler Kur’an’ı ve Peygamber Efendimizin sünnetini anlamak gayreti içinde olmuşlardır.
Müslümanların dinin anlaşılması ve yaşanması konusundaki en büyük sorunları vahiyden ve sünnetten uzaklaşmaları olmuştur. Kaynağından arı duru çıkan ve yaşanan İslam zamanla farklı kültürlerin, inançların karışımı ile hurafelerle bulandırılmıştır. Kaynağından arı duru çıkan bir su kapımızın önüne geldiğinde kirlenmişse nasıl ilk yapılacak şey onu kirleten durumların ortadan kaldırılması için gayret göstermek ise inanç yapımızı bulandıran hurafelerden de dinimizi arındırmak gerekmektedir.
“Hz. İsa, Hz. Peygamberden (S.A.V.) Üstün” diyen Molla Kabız
Kanuni Sultan Süleyman döneminde İran’dan İstanbul’a gelen Molla Kabız isimli bir kişi vaazlarında Hz. İsa’nın (a.s.), Hz. Peygamber’den (s.a.v.) üstün olduğunu savunmaktadır. Konuşmalarını ayet ve hadisler ile de kendince delillendiren(!) Molla Kabız, kısa zamanda İstanbul’un en çok konuşulan kişisi olmuştur. Vaazlarından etkilenen çok sayıda kişi Molla Kabız’ın yanında yer alıp vaazlarına iştirak ederken, anlattıklarının İslam akidesine tamamen aykırı olmasından dolayı da rahatsızlık duyanların sayısı da bir o kadar fazladır.
Molla Kabız’ın etrafında toplananlar, İslâm hakkında ileri geri konuşmalar, toplumda huzursuzluk ve tepkilerin artmasına sebep olmuştur. Molla Kabız’ın bir şekilde susturularak halkın inanç konusunda kafa karışıklığının önlenmesi gerektiğine inanıldığından Divan-ı Hümâyun’da yargılanarak cezalandırılması istenmiştir.
“Osmanlı vekāyi‘nâmelerinde Kābız’la ilgili bütün bilgiler, onun iddiaları sebebiyle Dîvân-ı Hümâyun’da yargılanması ve idam edilmesinden ibarettir. Celâlzâde, dönemin birinci kaynağı niteliğindeki eserinde olayı kısmen geniş şekilde anlatmış, başta Künhü’l-ahbâr olmak üzere diğer kaynaklar bu bilgileri küçük bazı değişikliklerle tekrarlamıştır. Buna göre “zındıklık ve ilhâd yoluna girip inancına fesat karışmış olan” Kābız, Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den daha üstün olduğu yolunda iddialar ortaya atmış, bu iddiaları çeşitli yerlerde yaymaya başlamıştır. Onun, görüşlerini uluorta halk arasında dile getirmesi ve bazı kimselerin zihinlerini karıştırması âlimleri harekete geçirmiş ve Kābız 8 Safer 934 (3 Kasım 1527) tarihinde Dîvân-ı Hümâyun’a sevkedilmiştir. Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa, meseleyi çözmeleri için Rumeli kazaskeri Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kazaskeri Kādirî Çelebi’yi görevlendirmiş, Kābız kazaskerlere âyet ve hadisler çerçevesinde iddiasını tekrarlamış, fakat kazaskerler bu iddiaları tatminkâr bir şekilde cevaplandıramamış, aksine öfkelenerek onu tehdit etmişlerdir. Bunun üzerine vezîriâzam ilmî yetersizlikleri yüzünden kazaskerleri şiddetle eleştirmiş ve bağırıp çağırmanın âcizlik alâmeti sayıldığını, ilim ehline yakışanın delillerle meseleyi çözmek olduğunu söylemiştir. Ardından Kābız hüküm verilmeksizin hapse konulmuştur. Bu sırada durumu kafes arkasından takip eden Kanûnî Sultan Süleyman, İbrâhim Paşa’yı çağırarak Kābız’ın bâtıl fikirlerinin cevaplandırılmayıp hakkından gelinememiş olmasından duyduğu rahatsızlığı ifade etmiş ve hemen yeni bir mahkeme oluşturulmasını istemiştir. İbrâhim Paşa, ertesi gün Şeyhülislâm Kemalpaşazâde ile İstanbul Kadısı Sâdeddin Efendi’yi davet ederek Dîvân-ı Hümâyun’da yeni bir mahkeme kurmuştur. Kemalpaşazâde, önce Kābız’ın fikirlerini dinlemiş, ardından onun dayandığı Kur’an âyetlerini ve hadisleri yanlış anladığını göstermiş, ileri sürdüğü delillerin tutarsızlığını ortaya koymuştur. Bunun üzerine Kābız söyleyecek hiçbir şey bulamamıştır. Şeyhülislâm, Kābız’ın zındıklık suçu işlediğini belirten fetvasını vermiş, Kadı Sâdeddin de onu iddiasından vazgeçip Ehl-i sünnet inancına dönmeye davet etmiştir. Ancak Kābız buna yanaşmayınca kadı idamına hükmetmiş ve boynu vurulmuştur (9 Safer 934 / 4 Kasım 1527).” (1)
Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik makamı, ilmiye sınıfının en yüksek mertebelerinden biridir. Osmanlı’nın her yönden en zirvede olduğu bir dönemde (1527), kazaskerler bu mollanın İslâm hakkındaki düşünceleri karşısında aciz kalmışlardır. Fikirlerini çürütemeyince bu zındıktır diyerek işin içinden çıkmaya çalışmışlardır. Kanuni, ortaya atılan fikirler karşısında zındık denilerek işin içinden çıkılamayacağını, ehil olan birilerince Molla Kabız’ın fikirlerinin yanlışlığının ortaya konulmasını ve ondan sonra gereken cezanın verilmesini istemiştir.
Yeni Molla Kabızlara karşı dinimizi doğru anlatacak ulemaya ihtiyaç var
Tarihten günümüze değişen bir şey yoktur. Müslümanlara dinin anlaşılması ve yaşanması konusunda özden uzaklaşarak hurafelerle dolu bir İslâm anlayışının anlatılması ve taraftar bulması İslam dünyasının en büyük sorunudur. Kur’an’ı ve onu bize canlı olarak yaşayarak örnek olan Peygamber Efendimizin uygulamalarını görmezden gelerek gerçek islamı yaşayamayız. Ana kaynaklardan bihaber olursak Molla Kabız türünden ortaya çıkan şeyh, hoca geçinenlerin zırvaları ile baş başa kalırız.
Günümüz uleması, İslam hakkında ortaya atılan gayri İslami fikirler karşısında sessiz kalmadan, gerçekleri konuşmaları ve İslam hakkında konuşulan fikirlerin yanlışlığını İslam’ın ana kaynakları ile ortaya koymalıdırlar.
1- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Molla Kabız Maddesi, İlyas Üzüm. C. 30, S. 254
Son Yorumlar